İsrail-İran Çatışması: Emperyalist Hegemonya ile Ezilen Halklar Arasındaki Tarihsel Mücadelenin Güncel Bir Sahnesi
Bir Savaş Değil, Bir Politika
Ortadoğu, uzun zamandır yalnızca bir coğrafya değil; aynı zamanda emperyalist projelerin, direniş hareketlerinin ve ideolojik bloklaşmaların kıyasıya çarpıştığı bir laboratuvar olmuştur. Bugünlerde yeniden alevlenen İsrail-İran çatışması da yalnızca iki devletin güvenlik kaygılarının ya da savunma stratejilerinin bir sonucu değildir. Bu çatışma, aslında ezilen halklarla emperyalist merkezler arasındaki tarihsel ve yapısal mücadelenin yeni bir biçimde vücut bulmasıdır.
Emperyalizmin Ortadoğu’daki Yüzü: ABD-İsrail Ekseni
ABD’nin 20. yüzyılın ortalarından itibaren Ortadoğu’da kurduğu askeri-politik düzen, enerji kaynaklarının kontrolü, İsrail’in güvenliğinin sağlanması ve sosyalist/anti-emperyalist hareketlerin bastırılmasına odaklanmıştır. Bu denklemde İsrail, sadece bir müttefik değil; Bölge halklarını dizayn etmeye çalışan emperyalist sistemin ileri karakolu hâline gelmiştir.
İsrail’in Filistin’de uyguladığı sistemli etnik temizlik, Lübnan ve Suriye’ye yönelik saldırgan politikaları ve “güvenlik” adı altında yürüttüğü sömürgeleştirme faaliyetleri, emperyalizmin yerli taşeronu olarak Siyonizmin gerçek yüzünü gözler önüne serer. Bu bağlamda İsrail’in İran’ı “varoluşsal tehdit” olarak tanımlaması, aslında kendi yayılmacı varoluşunun sınırlandırılma ihtimaline duyduğu korkudur.
İran: Neoliberalizme ve Emperyalizme Direnişin Taşıyıcısı mı?
İran İslam Cumhuriyeti, 1979 devrimiyle birlikte Batı’ya entegre olmuş Şah rejimini devirerek emperyalist düzen açısından ciddi bir tehdit hâline geldi. Batılı liberal çevreler için İran “otoriter” bir rejim olarak sunulurken, aslında İran’ın esas suçu Batı’ya tam teslim olmamak ve direniş eksenine öncülük etmektir.
İran, Filistin direnişine verdiği destekle; Lübnan’da Hizbullah, Irak’ta Haşdi Şabi, Yemen’de Ensarullah (Husiler) gibi yapılarla emperyalist projelere çomak sokmaktadır. Bu grupların hepsi farklı etnik, mezhebi ya da ideolojik biçimlerde örgütlenmiş olsalar da, ortak noktaları ABD-İsrail hattına karşı var oluşlarıdır.
Savaş Kimin Arasında? Devletler mi, Halklar mı?
Görünürde İran ile İsrail’in çatışması gibi duran bu tabloyu bir adım geri çekilerek okumalıyız:
-
Filistin’de taş atan çocuklarla,
-
Gazze’de bombalanan annelerle,
-
Tahran’da ambargo altında yaşamaya çalışan işçilerle,
-
Beyrut’ta İsrail uçaklarının altında yaşamaya çalışan yoksullarla
ABD’nin savaş jetleri, İsrail’in füzeleri ve uluslararası medya düzeni arasında bir sınıf savaşı sürüyor.
Bu nedenle bu çatışma, yalnızca devletlerarası değil; sınıfsal ve tarihsel bir nitelik taşır. Savaş; ezilen halklar ile onları ezmeye yeminli sistemler arasındadır. Bugünkü tabloda bu sistem, küresel kapitalizmin askeri ve ideolojik aygıtları olarak karşımıza çıkmaktadır.
Medya, Dil ve Hegemonya: Kimin Terörü?
Uluslararası medya düzeni, emperyalist şiddeti “savunma hakkı” olarak sunarken, direnişi “terörizm” olarak damgalar. Bu, Antonio Gramsci’nin kavramlarıyla açıklarsak, hegemonik ideolojinin gündelik dildeki hâkimiyetidir. İsrail’in sivillere yönelik soykırımsal saldırıları “İsrail’in kendini savunma hakkı” olurken; İran’ın ya da Hizbullah’ın karşılıkları “terör” olarak etiketlenir.
Bu hegemonya, yalnızca fiziki savaşı değil; hakikatin, anlamın ve meşruluğun da denetimini elinde tutmak ister.
Türkiye ve Emperyalizmle Sınanmak
Türkiye bu çatışmada jeopolitik olarak kilit bir noktada durmaktadır. NATO üyesi, ABD ile stratejik ortak, ama aynı zamanda Filistin’e karşı “retorik” düzeyde duyarlılık gösteren bir ülkedir. Ancak Kürecik’teki radar üssü hâlâ faaliyettedir. Bu radar, İsrail’e yönelik saldırıları önceden tespit ederek ABD üzerinden İsrail’e istihbarat sağlar. Bu durumda Türkiye halkı sormalıdır:
“Filistin’in yanında mıyız, yoksa ona füze yağdıran sistemin bir parçası mı?”
Emperyalizme Karşı Uluslararası Dayanışma
İsrail-İran çatışması, salt jeopolitik bir gerginlik değildir. Bu, dünya düzeninin nasıl işleyeceğine dair büyük bir mücadeledir. Ya emperyalizm kazanacak ve halklar susacak, ya da halkların direnişi emperyalizmin karşısında yeni bir tarih yazacaktır.
Bu yüzden anti-emperyalist güçlerin görevi:
-
Direnişi yalnızca desteklemek değil, örgütlemektir.
-
Filistin davasını yalnızca bir “duyarlılık” meselesi olarak değil, devrimci bir görev olarak kavramaktır.
-
Ezilenlerle dayanışmayı yalnızca “vicdan”la değil, tarihsel bilinçle kurmaktır.
Bu savaş halklarındır. Direnenlerin, özgürlük isteyenlerin, sömürüye baş kaldıranların savaşıdır. Ve bu savaşta tarafsız kalmak, zulmün tarafında yer almaktır.
Not: Bu makale yapay zeka ile oluşturulmuştur