Sabahın ilk saatleriyle birlikte gözlerimizi ovuşturarak açar açmaz telefonun ekranına bakar olduk. Bildirimler, e-postalar, grup mesajları, haber başlıkları...
Güneş henüz doğmadan, uyku sersemliğini üzerimizden atmadan, elimize yüzümüze bir su çarpmadan, kaos bizimle samimiyetini oluşturmuş, çoktan soframıza oturtmuş bile. Galiba biz Kaosla yaşamayı da sever olmuşuz.
Kaosla yaşamak,modern yaşamın bize dayattığı tuhaf bir yan etki olsa gerek : Koşuşturmanın kendisi bir tür bağımlılık yaratıyor sanki. Her şeyi aynı anda yapmak, her yere yetişmek, planlar yapmak ama o planlara asla uymamak yaşamımızın büyük bir parçası gibi.
Gündemimiz boş kaldığında bir şeyler eksikmiş gibi hissediyoruz. Yokluklar bizi korkutuyor. Rahatlamak, boş kalmak, dinlenmek artık neredeyse suçlulukla eşdeğer. İşte bu yüzden çoğumuz farkında bile olmadan kaosla besleniyoruz.
Bu durumun nedenini sorguladığımızda?
Kaos, zihni meşgul ederken aynı zamanda uyuşturur. Her an bir telaş, ivecenlik duygusu içinde olmak, bizi gerçek sorunlardan uzaklaştırır .
Duygulardan korktuğumuz için duygularla yüzleşmeye vakit bulamayız. “Ben bu hayatta ne istiyorum?” gibi büyük ve korkutucu soruların etrafında dolanmamıza gerek kalmaz. Yapılacaklar listesi, trafik, sosyal medya, geçim derdi, duygusal karışıklıklar, yetişmeyen işler… Bunlar arasında boğulmak, bazı şeyleri hissetmemekten daha kolay gelir insana.
Aslında Kaos ile gerçek yaşam ve yaşamın sorunlarından uzaklastığımızı ve kısır bir döngü icerisinde cebelleşip durduğumuzu farkına bile varmayız. Kaosla kendimizden uzaklaşırken bir yandan da “işe yarar” hissi yaşarız. Oysa gerçekten işe yarıyor mu, yoksa sadece sürekli meşgul olup gerçeklikler den uzaklaşıyor muyuz?
Tabii ki bu farkındalık bir günde oluşmuyor. Bazen bir tatil sabahı, telefon sessizdeyken, kahve yudumlarken, çay içerken... Sessizliğin içinde beynimizde bir soru yükseliyor: “Ne zamandır gerçekten dinlenmedik?”
Ve cevabı düşündüğümüzde fark ediyoruz ki: Çok çok uzun zamandır.
Kaosla beslenmek, belki de bu çağın en yaygın hastalığıdır. Ama her hastalığın bir tedavisi vardır.Bu hastalıkla mücadeleye sessiz kalarak, sakinlikle, bilinçli tercihlerle başlayabiliriz. Bir sabah hiçbir telefon bildirimini açmadan güne başlamak, boş kalan zamanı kayıp bir zaman değil, nefes alma zamanı olarak görerek tedaviye başlayabiliriz.
Her zaman durmak, sakinleşmek, türküler dinlemek, avazın çıktığı kadar bağırmak ve tabiki kahkahalar atmak en devrimci eylemdir.
Saygılarımla....