Toplumların gelişiminin önündeki en büyük ve kadim hastalıklarından biri de korku kültürü ve onun beslediği biat zihniyetidir. Korku, bir milletin aklını perdeler, örter; biat ise düşüncesini, dilini bağlar. Korku ve biat yan yana geldiklerinde ise geriye düşünmeyen, sorgulamayan, itiraz etmeyen, hiçlerden oluşan koca kalabalıklar kalır.
ilerlemek, ayağa kalkmak, kendi kaderine sahip çıkmak isteyen toplumların önce korkularıyla, sorunlarıyla yüzleşmesi gerekir. Bu korkular bazen toplumu oluşturan bireylerin işini kaybetme, bazen dışlanma, bazen de susturulma korkusudur. Korku ne kadar kök salarsa ve büyürse, biat da o kadar büyür.
İnsanın başı dik, sözü, düşüncesi özgür olmadıkça ne demokrasi olur ne de gerçek bir adalet. Özgürlük ve adalet için de sadece sandık yetmez; zihniyet devrimi gerekir. Biat eden değil, sorgulayan bireyler gerekir. Susan değil, haksızlıklar karşısında gerektiğinde ses çıkaran, örgütlü insanlar gerekir.
Korkuyu besleyen unsurlar bellidir: Tehditler, karalamalar, etiketlemeler… Ama unutulmamalıdır ki bunlardan daha güçlü bir silah vardır: Cesaret. Bir kişi cesaret ederse on kişi cesaretlenir. On kişi cesaretlenirse yüz kişi susmaz. Böylece korku duvarları yıkılır ve korku duygusu kırılır, biat zinciri çözülür.
Tüm insanların kendilerine şu soruyu sorması gerekir: “Ne için korkuyorum, ne için susuyorum? Benim korkum la, suskunluğum la hangi sorunlar çözülecek?” Bu soruların cevapları bulunmadan ne bireysel özgürlük mümkündür ne de toplumsal bir uyanış beklenebilir.
Tabi ki, korku duvarlarını yıkmak kolay değildir ama imkânsız da değildir. Yeter ki suskunluğu, konfor alanlarını ve teslimiyeti alışkanlık haline getirmeyelim. Herkes kendi yaşam alanında bile olsa yanlış gördüğüne ‘yanlış’ diyebilsin. Bütün değişim orada başlar.
Unutmayalım: Korku bulaşıcıdır ama cesaret de öyledir. Biat zincir kırılacaksa , korkulardan beslenmeyen bir cesaretle olacaktır. Bu cesaret bugünler de değilde ne zaman ortaya çıkacak?
Saygılarımla...