Baş kaldırmak deyimini tanımlamaya çalışırsak; bireylerin ve toplulukların adaletsizlik, haksızlık ve çeşitli baskılar karşısında kendi haklılıklarını ifade etme,seslerini yukseltme, farkındalık oluşturma olarak söyleyebiliriz.
Toplumlar bazen öyle zamanlardan geçer ki, suskun kalmak bile bir suça ortak olmak gibidir. Haksızlık karşısında boyun eğmek, hukuksuzluğa alışmak, benimsemek insan onurunu ve kişiliğini zedeleyen bir durumdur, vicdanları yaralar.
Tarihsel süreçleri incelediğimizde büyük değişimlerin ve dönüşümlerin, hak, hukuk ve adalet mücadelesinin başlangıcı hep bir avuç insanın “Artık yeter!” demesiyle oluştuğunu görebiliriz..
İçinde bulunduğumuz zaman içerisinde de durum çok farklı değildir. Adaletin kantarının bozulduğu yerde, güçlü olanın,muktedir olanların, hukuku kendi lehine çevirdiği bir düzende, hakkını aramak büyük bir cesaret ister. Bazen bir tek cümle, bazen sessiz bir direniş, bazen bir dilekçe… Hepsi bir başkaldırıdır aslında.
Başkaldırmak, her zaman yakıp yıkmak değildir. Aksine, hakkın, hukukun, adaletin yolunu aramaktır. Bas kaldırmak; Sorunu dillendirmek, hukuku hatırlatmak, yanlışın karşısında dimdik durmaktır. Herkesin bildiği ama kimsenin söylemeye cesaret edemediği gerçeği birey olarak veya birlikte haykırmaktır.
Unutmayalım ki: haksızlık sadece bize dokunduğunda değil, başkasına yapıldığında da bir tehdittir. Hukuksuzluk bir kişiyi bulduğunda, er ya da geç herkese sirayet eder. Bu yüzden sustukça büyür, ses verdikçe geri çekilir.
"Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır." Şiarıyla
bugün susan yarın konuşacak mecali bulamaz.
Hakkını aramayan, gelecek güzel günlerin, çocuğunun hakkını da savunamaz. Bu yüzden, kimse kendini küçük görmemeli. Tek başına bile olsa doğruyu savunmak, haksızlığa dur demek, bir zinciri kırmak, korku tünellerini aşmak gibidir.
Yarın çocuklarımız bu günlere dönüp baktığında, sessiz kalıp kenara çekilenlerden mi, yoksa elinden geldiğince adaletin, hukukun yanında duranlardan mı olacağız?
Cevap hepimizin vicdanlarinda saklı mi ki?
Saygılarımla...