DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, sahte diploma skandalına ilişkin "E-devlet skandalı ya da sahte diploma çetesi, 2010'dan beri faaliyet yürütüyor. 2010'dan 2025'e tam 15 yıldır faaliyet yürüten bir çete eğer siyasi ayağa olmazsa, yardım almazsa ayakta kalması mümkün değildir. Bunun siyasi ayağı ortaya çıkarılmadan bu sürecin gerçek anlamda açığa çıkması ve adaletin tecelli etmesi mümkün değildir. Hırsız içeride ise kilit işe yaramaz. Hırsız içeride, bizzat sistemin içine çöreklenmiş ve sistemi içten içe çürütüyor. Ahtapot gibi dört koldan bütün kurumları ele geçiren bu çete mantığının sadece buzdağının görünen yüzü olduğunu da hepimiz iyi biliyoruz" diye konuştu.
DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, TBMM'de yaptığı basın toplantısında gündemi değerlendirdi. Koçyiğit, Balıkesir'in Sındırgı ilçesinde meydana gelen 6.1 büyüklüğündeki depremde yaşamını yitiren yurttaşa Allah'tan rahmet dileyerek yakınlarına başsağlığında bulundu.
Kılıç Koçyiğit, Balıkesir Belediye Başkanı Ahmet Akın'ın köylerde yıkım olduğunu belirten açıklamasını hatırlatarak, "6.1 büyüklüğündeki bir deprem normalde yıkıcı gücü olmayan bir deprem. Bakıyoruz başka ülkelere depremler olduğunda örneğin Rusya'da 8.8 büyüklüğünde deprem oluyor, yıkım olmuyor. Japonya'da çok büyük şiddette depremler oluyor ama binaların yıkılmadığını, insanların yaşamını yitirmediğini görüyoruz. Ama ne yazık ki Türkiye'de aslında hiçbir şekilde binanın yıkılmaması ve can kaybı olmaması gereken 6.1 büyüklüğündeki bir depremde bile ne yazık ki binalar yıkılıyor, insanlar yaşamını yitiriyorlar" dedi.
"Herkes suspus, insanlar sudan ucuz gerekçelerle yaşamlarını yitiriyorlar, ölüp gidiyorlar"
"Deprem vergilerimiz nereye gidiyor?" diye soran Koçyiğit, şöyle konuştu:
"Yıllardır alınan ve binaları güçlendirmek, kentleri depreme dayanıklı hale getirmek için alınan deprem vergileri nereye gidiyor sorusunu bir kez daha Balıkesir depreminden sonra da sormamız gerekiyor. Normalde bu deprem vergilerinin binaların güçlendirilmesi şehirlerin depreme dayanıklı hale getirilmesi gerekiyordu. Ama ne yazık ki içinde yaşadığımız binalar her depremde tabutumuza dönüyor ve kimse de bunun hesabını dönüp verme ihtiyacı da görmüyor. Bütün bunların karşısında gerçek anlamda ne yapmak gerekir sorusunu bu ülkede yüksek sesle soran bir merci var mı? O da yok. Neden? Çünkü toplumu bastırdıkları, denetim mekanizmalarını yok ettikleri gibi aslında en önemli güç olan kamu adına soru soran, halkın bilgilenme hakkını sağlayan basını da özgür basını da susturdukları için medya gücünü de tekerlerine aldıkları için bugün Çanakkale'de yangın olduğunda ya da Balıkesir'de deprem olduğunda yandaş yayın kanallarının bunu bir kader, bir fıtrat, kaçınılmaz bir son gibi servis ettiğini görüyoruz. Kimse dönüp şu soruyu sorma cesareti taşımıyor. Niye bu binalar böyle? Kamu ne yapıyor? Yerel yönetim ne yapıyor? Çevre Şehircilik Bakanı ne yapıyor? Bayındırlık Bakanlığı ne yapıyor? Bütün bunların bu soruları soracak tek bir merci, tek bir kurum, tek bir otorite kaldı mı bu ülkede? Hayır kalmadı. Herkes suspus, insanlar sudan ucuz gerekçelerle yaşamlarını yitiriyorlar, ölüp gidiyorlar.
"İktidar can kayıpları ve yıkımların birebir sorumlusudur"
İktidar bu can kayıpları ve yıkımların birebir sorumlusudur. Hiç kimse kafasını kuma gömmesin. Yangın diyerek geçemeyiz. Depremdir, oluyor biz ne yapalım diyemeyiz. Hiç kimse bunu diyemez. İktidar güçlendirmediği her binadan sorumludur. Kentsel dönüşümü rantsal dönüşüme çevirdiği için bütün bu yakınlardan sorumludur. Yerinde dönüşümü yapmadığı için halkı gözetmediği için halkın yaşam hakkını savunmadığı için doğal afetlere karşı toplumu bilinçlendirmediği için sorumludur. İktidar sorumludur ve ilgili sorumlu olan bütün bakanların da bugün halka hesap vermesi gerekir. Çok yerlerde kalındı biliyoruz, artık bu ülkenin tarihinde istifadeye bir müessese kalmadı. Herkes cumhurbaşkanlığından gerektiğinde affını istiyor. Ama çok açık ve net söyleyelim. Bakanlar cumhurbaşkanlığından affını isteyebilir. Ama toplum affetmeyecek. Biz affetmeyeceğiz. Yaşamlarını yitirenlerin yakınları affetmeyecek."
"Sahte diploma skandalı tüm siyaseti saran zehirli bir sarmaşığın sadece uçlarını bize gösterdi"
Gülistan Kılıç Koçyiğit, ''sahte diploma'' tartışmalarına ilişkin de ''Aslında muazzam bir çürümeyle, yozlaşmayla karşı karşıyayız. Burada konuşacağımız meselenin sadece birkaç sahte belgeden, taklit edilen e-imzalardan, birkaç yoldan çıkmış yöneticiden ibaret olmadığını ifade etmemiz gerekiyor. Sahte diploma skandalı aslında her geçen gün boyutu derinleşen ve derinleşmekle aslında tüm siyaseti saran zehirli bir sarmaşığın sadece uçlarını bize gösterdi. Bütün sistem çürümüş, bütün sistem yozlaşmış, liyakatsizlik almış başını gitmiş ve biz bunun sadece şu anda bir kısmını görüyoruz ve gördüğümüz kısmı da gerçekten hepimizi dehşete düşürüyor" dedi.
'E-Devlet skandalıyla Türkiye'deki bazı öğrencilerin yabancı ülkelerin pasaportlarını alarak Türkiye'deki fakültelere kayıt yaptırdıklarını öğrendiklerini'' söyleyen Kılıç Koçyiğit, şöyle devam etti:
"Şaşırıyor muyuz? Şaşırmıyoruz. Her geçen gün yeni bir skandal ve her geçen gün yeni bir yozlaşmayla, yeni bir şeyle karşılaşıyoruz. Derin bir ahlaki yozlaşmayı, hukuki ve siyasi çürümenin de ne kadar yaygın olduğunu hepimize gösteriyor. Bu çete skandallarının sistemin içinden bizzat örgütlendiğini görmemiz gerekiyor. Burada liyakatı tasfiye eden, yandaşlığı ve itaati esas alan sistemin bütün bunlara yol verdiğini, bütün bunların yolunu açtığını da ifade etmemiz gerekiyor.
"Hırsız içeride, bizzat sistemin içine çöreklenmiş ve sistemi içten içe çürütüyor"
Dirsek çürütüyor, okuyor, bitiriyor üniversiteyi. Daha sonra iş bulma umuduyla geziyor, her yere CV'lerini gönderiyor. Günün sonunda üç harfli olan marketlerde ancak kasiyerlik bulabiliyor. Yetmiyor, gidiyor inşaatlarda çalışıyor, inşaatlarda düşerek yaşamını yitiriyor. Ama bunun sonucunda parası olan basıyor parayı, alıyor diplomayı, geliyor en yüksek mevkiye, isterse doktor oluyor, isterse mühendis oluyor, isterse akademisyen oluyor, gidiyor giyiyor orada öğretim görevlisi cübbesini ve ders veriyor. Sahte diplomalı doktora muayene olan, sahte diplomalı mühendisin yaptığı binada oturan, sahte diplomalı mühendislerin çizdiği kentlerde yaşayan bir duruma düşüyoruz. Hepimizin yaşam hakkı başta olmak üzere bütün hakları şu anda tehlike altında. Bunun rejimin temel karakteri olduğunu, bir istisna olmadığını, bir tercih olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Bu e-devlet skandalı ya da bu sahte diploma çetesi, bakın 2010'dan beri faaliyet yürütüyor. 2010'dan 2025'e tam 15 yıldır faaliyet yürüten bir çete eğer siyasi ayağa olmazsa, içeriden kurumlardan, bürokratlardan, orada çalışanlardan yardım almazsa ayakta kalması mümkün müdür? Hayır, mümkün değildir. Bunun için sistemin şu anda 3-5 kişiyi tutuklamak, 3-5 kişiyi yardımla çıkartmanın bu skandalı açığa çıkarmayacağını açık ve net ifade ederim. Bunun siyasi ayağı ortaya çıkarılmadan bu sürecin gerçek anlamda açığa çıkması ve adaletin tecelli etmesi mümkün değildir. Onun için açık ve net söyleyelim. Hırsız içeride ise kilit işe yaramaz. Hırsız içeride, bizzat sistemin içine çöreklenmiş ve sistemi içten içe çürütüyor. Çürüttükçe de topluma sirayet edip toplumu da çürütmeye devam ediyor. Siyasi ayağın açığa çıkarılması için herkesin hızlı bir şekilde harekete geçmesi gerekiyor. Ahtapot gibi dört koldan bütün kurumları ele geçiren bu çete mantığının sadece buzdağının görünen yüzü olduğunu da hepimiz iyi biliyoruz."
"Danıştay konjonktüre ve siyasete göre mi rota çiziyor?"
Danıştay'ın 11 Temmuz günü silahların imha edildiğinde Barış Akademisyenler için olumlu bir karara imza attığını hatırlatan Koçyiğit, "Dedi ki, 'ihraç hukuksuz, göreve dönmeleri gerekir ve bildiri olumsuz sonuç doğurmuyor. Bu bildiride çatışmaların sona erdirilmesi talebi baskın.' Biz bunu çok olumlu bir gelişme olarak gördük. Ve dedik ki 'evet, nihayet hakkaniyet hukuka uygun bir karar verildi.' Ama ardından tekrar Danıştay bir karar aldı, 'ihraçlar hukuka uygun' dedi. Sonra tekrar bir karar aldı, 'ihraçlar hukuka uygun değil' dedi. Gerçekten aklımızla dalga geçiyor dediğimiz mesele bu. Şimdi soruyoruz, Danıştay konjonktüre ve siyasete göre mi rota çiziyor? Birileri Danıştay'a talimat mı veriyor? İlk kararı beğenmeyenler ikinci bir karar aldırıp Danıştay'ın kararını mı değiştiriyor? İkinci kararı beğenmeyen daha büyük bir güç tekrar arayıp tekrar kararını mı değiştiriyor?" diye tepki gösterdi.
Kılıç Koçyiğit, Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nun bugün üçüncü toplantısını yapacağına değinerek Komisyonun çalışmalarının en önemli ayaklarından birisinin de sürecin ve barışın toplumsallaşması olduğunu ifade etti. Komisyonun bugünkü gündeminin isabetli olduğunu belirten Kılıç Koçyiğit, "Akademisyenlerin, baroların, ilgili bütün kurumların, hak örgütlerinin, Kürt sorununun demokratik barışına dair sözü, fikri, çözüm önerisi olan herkesin dinlenmesi, sürece demokratik katılım mekanizmalarının genişlemesi ve sürecin toplumsallaşması açısından da hayati bir önemde çok önemli bir gelişme olduğunu ifade etmek isteriz" dedi.
"Demokratik çözüm adımlarının kapsayıcı olarak belirlenmesi gerekiyor"
"Artık tespit yerine çözüm, acıları yarıştırma yerine ortak geleceği inşa etmenin gündemleştirilmesi" gerektiğine dikkat çeken DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, sözlerini şöyle tamamladı:
"Tabii ki komisyon kendi yol haritasını oluşturacak ve pratik bir süreci de önüne koyacak. Bugün muhtemelen ekim ayına kadar olan takvimi de birlikte tartışıp birlikte konuşma imkanı bulacağız diye düşünüyoruz. En önemlisi bu komisyon sürecin hukuksal teminatı ve süreci yürütenlerin hukuksal güvencesini de sağlamalıdır. Sürecin tarafların demokratik siyasete ve toplumsal yaşama katılım kanallarının açılması ve en nihayetinde barışın kendisinin hukuksal güvenceye kavuşması için çaba içerisinde olmalıdır. Çatışmalı dönemin antidemokratik bütün yasal mevzuatlarının barış dönemine uygun bir demokratik niteliğe kavuşturulması için demokratik çözüm, demokratik dönüşüm çalışmalarının başlatılması çok önemli bir ihtiyaç. Sorunun siyasal nedenlerini kapsamlı bir şekilde ele alınarak demokratik çözüm adımlarının kapsayıcı olarak belirlenmesi gerekiyor. Dilde başlayacağı gerçeğinden hareketle barış ve çözüm dilinin her yere sirayet etmesi, her alanını geliştirmesi için de teşvik edici bir rolü olması gerektiğini düşünüyoruz. Kürt sorununa yönelik çözüm politikaları geliştirilirken, atılacak adımların aynı zamanda Kürt sorunundan kaynaklanan bütün demokrasi sorunlarının çözüm yolunda açacağı perspektifiyle yaklaşılması gerekiyor."