Oğuz Makal: Sinema artık bir tasarım sanatı, A'dan Z'ye başka bir şey oldu

Gündem (AA) - Anadolu Ajansı | 22.06.2023 - 18:31, Güncelleme: 22.06.2023 - 17:40 1570+ kez okundu.
 

Oğuz Makal: Sinema artık bir tasarım sanatı, A'dan Z'ye başka bir şey oldu

Sinema tarihçisi, yazar, yönetmen Oğuz Makal, Türk sinemasına ilişkin, "Biz daha çok gerçekçilik temeline dayalı, insan, doğa ve toplum ilişkileri üzerinden bir şeyler söyleyen, söylemeye çalışan filmlerde gerçekten çok başarılıyız." dedi.

İZMIR (AA) - 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali'nde "Emek Ödülü"ne değer görülen Prof. Dr. Makal, sinema tutkusunu ve sinemanın günümüzde yaşadığı değişiklikleri AA muhabirine değerlendirdi.Makal, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın bölümünde okurken yardımcı ders olarak sinemayı aldığını belirterek, "Rahmetli Semih Tuğrul ilk derse girdi ama o kadar farklı anlatıyordu ki; İtalyan yeni gerçekçiliği, Fransız yeni dalgası, (Luchino) Visconti, (Roberto) Rossellini vb. Ben dedim ki bu büyük bir olay. Sonra hemen Fransız Kültür, Alman Kültür ve Amerikan Kültür gibi kültür merkezlerinde o filmleri takip etmeye başladım. Okul bittikten sonra İzmir'de olduğum sürede, İzmir Sinematek'i kurdum ve 1,5 yıl burada kalabildim. O zaman kültürel bir çöl İzmir. Hiçbir şey yok gerçekten. 1974-1975 yıllarında. İstanbul'a gitmek zorundaydım. İzmir'e çok büyük bir armağanım oldu. Çünkü Sinematek'in kurulması ve burada önemli klasiklerin gösterilmesi çok önemliydi." açıklamasını yaptı.İstanbul'da bir süre deneysel çalışmalar yapıp reklam filmleri çektiğini dile getiren Makal, daha sonra da sinema alanında doktora yaptığını ve Türkiye'de bu alanda doktor unvanı alan ilk akademisyen olduğunu belirtti."Çok değerli şeyler var, kayboluyor, yitiyor"Oğuz Makal, öğrencilerin yanı sıra birçok akademisyenin yetişmesine destek verdiğini de aktararak, şunları söyledi:"Sinema çok farklı bir sanat. Diğer sanatlardan ayrılan kısmı, bütün sanatları içinde topluyor. Onların bir birleşimi değil, hepsinden yararlanıyor. Onlardan yararlanarak da sinema kendisini değiştiriyor, dönüştürüyor. Araştırmacı, yeni düşünceleri olan, akıcı çalışmalar yapmak, yurt dışında eğitim yapmak isteyen ve yapıp buraya gelen, Türkiye'ye dönen insanların gerçekten üniversitelerde olması gerekiyor. Çünkü gençlerimize verebileceğimiz en güzel armağan bilgi ve sanat."Akademisyenliğin ve kaleme aldığı kitapların yanı sıra çeşitli belgesel ve kısa filmlere de imza atan Makal, bugüne kadar çektiği filmlerin sayısını hatırlamadığını dile getirdi.Makal, İzmir'de eski Musevi mahallesinde çektiği ilk belgesel filmine ilişkin şu bilgileri verdi:"Yoksulluk nedeniyle, özellikle deniz kenarında, Karataş çevresinde Musevilerin daha çok kullandığı ortamlar vardı. Bunlar küçük evlerde, ortak avlu kullanıyorlar. Birer oda biçiminde, aile evleri deniliyordu. Bir kısmı da İkiçeşmelik'ti, Türkler de kullanıyordu. Yoksulluğun sonucunda, öyle kocaman bir evi hem satın almaları hem kullanmaları mümkün değil. Bir de ortak yaşamanın sembolik bir şeyi. İlk çalışmamdı. Onları gördüm, tam yıkılmak üzereydi. Aman şunlar kaybolup yıkılmadan önce, sosyolojik olarak belgeleyeyim dedim. Bu belgeleme oradan çıktı. Çok değerli şeyler var, kayboluyor, yitiyor."Eski İzmir sinema salonlarını da 1980'lerin ortasında çektiğinin altını çizen Makal, böyle bir tarihin varlığından kimsenin haberinin olmadığını ifade etti."Sinemada önce kendini, sonra başkalarını açıyorsun"Sinema tarihçisi Makal, İzmir Milli Kütüphane'de uzun yıllar çalıştığını vurgulayarak, "Hem kitap hem film yaptım. Bu film çok değerli. Çünkü o filmdeki insanların çoğu artık ne yazık ki gözlerini hayata kapadı, Tarık Dursun Kakınç gibi. O da 1930-1940'larda benim çocukluğumdaki sinemaları anlatmıştı. Şimdi tamamen müze olacak inşallah, İzmir Büyükşehir Belediyesi orayı aldı. Yıldız Sinemasını o zamanlar çektim. Yıkılmadan, bozulmadan önce birçok sinema salonunu çekmiştim. Bunlar çok önemli. Bugüne kalıyor. Belgesel film öyle. Arada kısa filmler de yaptım." ifadelerini kullandı.Makal, son projesine ilişkin, "(Ernest) Hemingway, 1922-1923'te İstanbul'da bulunduğu yıllarda, buraya özel görevli olarak gönderiliyor. Kurtuluş Savaşını takip etmek amacıyla Paris'ten geliyor. Onun bulunduğu evle, Kurtuluş Savaşı'nı nasıl gördüğünü anlatan bir belgeseli Kültür ve Turizm Bakanlığına önerdim. Eğer proje kabul olursa onu çekeceğim." dedi.Oğuz Makal, belgesel ve kurmacanın önemine işaret ederek, şöyle konuştu:"Bir hikaye kurmak, bir dünyayı insanlara açmak... Bir açıdan aslında önce kendini, sonra başkalarını açıyorsun. Sinema aslında bu. Sinema görsel konuşma, yansıtma sanatı. Bunu tabii ki sinematografi ile yani sinema dilini kullanarak yapıyorsun. Sinemanın kendine özgü dilini, anlatım ögelerini, ışığı, gölgeyi, lensleri, çerçeveyi, vb. bütün bunları kullandığında sinema oluyor. Hatta ben son kez bu değişimlerden ötürü şunu söyledim; Günümüzde artık sinema bir tasarım sanatı oldu. Başka bir şey oldu A'dan Z'ye."Reklamlarda 30-40 saniyede bir hikayenin hızlıca aktarıldığını ve çocukların bunları izleyerek büyüdüğünü vurgulayan Makal, hız ve Amerikan filmlerinde görülen hareketin sinemadaki dili değiştirdiğini vurguladı."Melodramlarda bile artık dijitalin büyük faydası oluyor"Makal, sinemada dijital dönemde yaşanan dil değişikliğine işaret ederek, "Çok da yararları oldu. İşleri çok kolaylaştırıyor. Mesela fantastik sinemaya çok katkısı oldu. Avatar diye bir filmi 30-40 yıl önce düşünemezdiniz. Zaten (James) Cameron da uzun süre düşündü. Fikir çok eskiydi. Ancak dijitalle yapabileceği çağ geldiğinde yaptı. Böyle birçok fantastik ve bilim kurgu filmi, klasik ve melodramlarda bile artık dijitalin çok büyük faydası oluyor." dedi.Türkiye'deki bilim kurgu filmlerine de değinen tarihçi, "İlk Batman filmini de biz yapmışız. O zaman çizgi romanlar vardı, Zagor gibi. Bunları da biz yapmışız. Çok ilginç aslında. Ömer Lütfi Akad'ın 'Görünmeyen Adam' diye bir filmi var. Gerçekten, oradaki adam görünmüyor. Bir el her şeyi hallediyor, cinayetleri işliyor. Bu tür deneysel şeyler var. Ama bilim kurgu daha çok bilimin geliştiği ülkelerin, ABD gibi bilime yakın ve yatkın ülkelerin veya Avrupa'daki bazı ülkelerin sineması olarak düşünülüyor." değerlendirmesinde bulundu.Oğuz Makal, farklı türlerde filmler yapılması gerektiğine dikkati çekerek, "Biz daha çok gerçekçilik temeline dayalı, insan, doğa ve toplum ilişkileri üzerinden bir şeyler söyleyen, söylemeye çalışan filmlerde gerçekten çok başarılıyız." diye konuştu.Türk sinemasında 1990'lardan sonra çok şeyin değiştiğini söyleyen Makal, şunları kaydetti:"Benim de içinde bulunduğum sinema okullarının sayısı çoğaldı. Oralardan çıkan pek çok yönetmen oldu. Mesela Ümit Ünal, Semih Kaplanoğlu benim öğrencilerimdi. Ömer Uğur, Yüksel Aksu. Bunlar bizim ilk dönemimizden öğrencilerimiz. Bir tarafta sinema eğitimi alan gençler sektöre girdi. Teknik gelişti. Özellikle Mimar Sinan Üniversitesinin sinema enstitüsünden çok iyi görüntü yönetmenleri çıktı. Onu unutmamak gerekiyor. Dijital bir evreye girildi. Dijital kameraların çıkması işleri çok kolaylaştırdı hem çekimde hem kurguda. Eskiden o kadar hantaldı ki."Makal artık Yeşilçam sinemasının kalmadığını sözlerine ekleyerek şöyle devam etti:"İnsana daha yakından bakan, aile sorunları, ailedeki yaşantı, psikolojik sorunlar, kadın erkek ilişkileri... Mesela 1990'lara doğru kadınları anlatan çok güzel filmler yapıldı. Gençlerin hikayelerini anlatan filmler yapılmaya başladı. Çok eski yıllarda göç üzerine birkaç film vardı. Onların sayısı çoğaldı. Bu tür sosyal değişiklikleri saptayan filmler başladı. Aileler sinema salonlarından çekildi. Onun birçok etkeni var. Onlara yönelik daha farklı filmler yapılması gerekti. Diğer taraftan dünyada da çok önemli değişiklikler oldu 1990'lı yıllarda. İran'da yeni İran sineması çıktı, 'Bunların hikayesi olmaz, hikayesi anlatılmaz.' denilen her şeyin hikayesi anlatılmaya başlandı. 'Arkadaşımın Evi Nerede?' adlı film, küçük bir çocuğun geçirdiği sıkıntıyı anlatıyor. 'Bu film olur mu?' diyorsun ama harika bir film oluyor. İran sineması minimalist. Her konuda insana ve insanın sorunlarına yaklaşan filmler yapmaya başladı. Tabii bundan büyük bir ses çıktı. Hatta İranlı kadın sinemacılar çıktı. Onlar da çok güzel filmler yaptı. İranlıların sorunlarına yönelik filmler yapıldı. Jafar Panahi'nin Çember filminde olduğu gibi. Güney Kore'de aynı şekilde filmler çıkmaya başladı. Birçok ülkede insana, topluma, çevreye, siyasete farklı bakan filmler çıktı."Türkiye'de de 1990'lardan sonra başarılı genç kuşak sinemacılar çıktığını kaydeden Makal, "Sadece Nuri Bilge Ceylan değil. Bugün baktığınız zaman, isim vermeyeyim, gerçekten çok değerli, filmleri değişik festivallerde ödül alan, ilk filmlerini yapmasına karşın çok başarılı senaristler çıktı." ifadelerine yer verdi.Makal, Türk sinemasındaki değişime ilişkin de, "Yeni bir Türk sinema dalgası var. Hani Fransız yeni dalgası nasıl olduysa. Bu birbirine de yansıyor, etki ediyor. Herkes ben de yaparım.' diyor. Bu çok güzel bir şey. Zaten akıllı telefonlar işleri de çok kolaylaştırdı. Onlarla bile artık film yapılıyor. Çok güzel ses alınabiliyor. Eskisi gibi değil. Büyük prodüksiyonlara gerek kalmıyor. Sinema hayatın içerisinde çok önemli, değiştirici bir rol oynuyor." diye konuştu.Çağan Irmak imzalı "Babam ve Oğlum" filminin elde ettiği başarıya işaret eden tarihçi, "Eğer inandığınız şeyi, samimi, içten, yalansız bir şekilde aktarırsanız, kitle bunun farkına varıyor ve bundan çok büyük zevk alıyor. Sinemanın kitleyle buluşmasının belki en temel sebebi bu samimiyet ve içtenlik diye düşünüyorum." dedi.Oğuz Makal, sinemanın artık 7. sanattan da öte olduğunun altını çizerek, "Zaten hayatımızın temel ögelerinden biri oldu. Benim asıl söylemek istediğim şu: Hepimiz filmler yapalım. Elimizdeki kameraları kullanarak, kendi hikayelerimizi, duygularımızı anlatmanın yollarını bulalım. Çok hikaye anlatmak, çok roman yazmak gibi. Bunların içinde bazıları tabii ki fark edilecektir. Hiç beklemediğimiz sonuçlar alacağımızı düşünüyorum." diyerek sözlerini tamamladı.Muhabir: Hilal Uştuk
Sinema tarihçisi, yazar, yönetmen Oğuz Makal, Türk sinemasına ilişkin, "Biz daha çok gerçekçilik temeline dayalı, insan, doğa ve toplum ilişkileri üzerinden bir şeyler söyleyen, söylemeye çalışan filmlerde gerçekten çok başarılıyız." dedi.

İZMIR (AA) - 3. İzmir Uluslararası Film ve Müzik Festivali'nde "Emek Ödülü"ne değer görülen Prof. Dr. Makal, sinema tutkusunu ve sinemanın günümüzde yaşadığı değişiklikleri AA muhabirine değerlendirdi.

Makal, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın bölümünde okurken yardımcı ders olarak sinemayı aldığını belirterek, "Rahmetli Semih Tuğrul ilk derse girdi ama o kadar farklı anlatıyordu ki; İtalyan yeni gerçekçiliği, Fransız yeni dalgası, (Luchino) Visconti, (Roberto) Rossellini vb. Ben dedim ki bu büyük bir olay. Sonra hemen Fransız Kültür, Alman Kültür ve Amerikan Kültür gibi kültür merkezlerinde o filmleri takip etmeye başladım. Okul bittikten sonra İzmir'de olduğum sürede, İzmir Sinematek'i kurdum ve 1,5 yıl burada kalabildim. O zaman kültürel bir çöl İzmir. Hiçbir şey yok gerçekten. 1974-1975 yıllarında. İstanbul'a gitmek zorundaydım. İzmir'e çok büyük bir armağanım oldu. Çünkü Sinematek'in kurulması ve burada önemli klasiklerin gösterilmesi çok önemliydi." açıklamasını yaptı.

İstanbul'da bir süre deneysel çalışmalar yapıp reklam filmleri çektiğini dile getiren Makal, daha sonra da sinema alanında doktora yaptığını ve Türkiye'de bu alanda doktor unvanı alan ilk akademisyen olduğunu belirtti.

"Çok değerli şeyler var, kayboluyor, yitiyor"

Oğuz Makal, öğrencilerin yanı sıra birçok akademisyenin yetişmesine destek verdiğini de aktararak, şunları söyledi:

"Sinema çok farklı bir sanat. Diğer sanatlardan ayrılan kısmı, bütün sanatları içinde topluyor. Onların bir birleşimi değil, hepsinden yararlanıyor. Onlardan yararlanarak da sinema kendisini değiştiriyor, dönüştürüyor. Araştırmacı, yeni düşünceleri olan, akıcı çalışmalar yapmak, yurt dışında eğitim yapmak isteyen ve yapıp buraya gelen, Türkiye'ye dönen insanların gerçekten üniversitelerde olması gerekiyor. Çünkü gençlerimize verebileceğimiz en güzel armağan bilgi ve sanat."

Akademisyenliğin ve kaleme aldığı kitapların yanı sıra çeşitli belgesel ve kısa filmlere de imza atan Makal, bugüne kadar çektiği filmlerin sayısını hatırlamadığını dile getirdi.

Makal, İzmir'de eski Musevi mahallesinde çektiği ilk belgesel filmine ilişkin şu bilgileri verdi:

"Yoksulluk nedeniyle, özellikle deniz kenarında, Karataş çevresinde Musevilerin daha çok kullandığı ortamlar vardı. Bunlar küçük evlerde, ortak avlu kullanıyorlar. Birer oda biçiminde, aile evleri deniliyordu. Bir kısmı da İkiçeşmelik'ti, Türkler de kullanıyordu. Yoksulluğun sonucunda, öyle kocaman bir evi hem satın almaları hem kullanmaları mümkün değil. Bir de ortak yaşamanın sembolik bir şeyi. İlk çalışmamdı. Onları gördüm, tam yıkılmak üzereydi. Aman şunlar kaybolup yıkılmadan önce, sosyolojik olarak belgeleyeyim dedim. Bu belgeleme oradan çıktı. Çok değerli şeyler var, kayboluyor, yitiyor."

Eski İzmir sinema salonlarını da 1980'lerin ortasında çektiğinin altını çizen Makal, böyle bir tarihin varlığından kimsenin haberinin olmadığını ifade etti.

"Sinemada önce kendini, sonra başkalarını açıyorsun"

Sinema tarihçisi Makal, İzmir Milli Kütüphane'de uzun yıllar çalıştığını vurgulayarak, "Hem kitap hem film yaptım. Bu film çok değerli. Çünkü o filmdeki insanların çoğu artık ne yazık ki gözlerini hayata kapadı, Tarık Dursun Kakınç gibi. O da 1930-1940'larda benim çocukluğumdaki sinemaları anlatmıştı. Şimdi tamamen müze olacak inşallah, İzmir Büyükşehir Belediyesi orayı aldı. Yıldız Sinemasını o zamanlar çektim. Yıkılmadan, bozulmadan önce birçok sinema salonunu çekmiştim. Bunlar çok önemli. Bugüne kalıyor. Belgesel film öyle. Arada kısa filmler de yaptım." ifadelerini kullandı.

Makal, son projesine ilişkin, "(Ernest) Hemingway, 1922-1923'te İstanbul'da bulunduğu yıllarda, buraya özel görevli olarak gönderiliyor. Kurtuluş Savaşını takip etmek amacıyla Paris'ten geliyor. Onun bulunduğu evle, Kurtuluş Savaşı'nı nasıl gördüğünü anlatan bir belgeseli Kültür ve Turizm Bakanlığına önerdim. Eğer proje kabul olursa onu çekeceğim." dedi.

Oğuz Makal, belgesel ve kurmacanın önemine işaret ederek, şöyle konuştu:

"Bir hikaye kurmak, bir dünyayı insanlara açmak... Bir açıdan aslında önce kendini, sonra başkalarını açıyorsun. Sinema aslında bu. Sinema görsel konuşma, yansıtma sanatı. Bunu tabii ki sinematografi ile yani sinema dilini kullanarak yapıyorsun. Sinemanın kendine özgü dilini, anlatım ögelerini, ışığı, gölgeyi, lensleri, çerçeveyi, vb. bütün bunları kullandığında sinema oluyor. Hatta ben son kez bu değişimlerden ötürü şunu söyledim; Günümüzde artık sinema bir tasarım sanatı oldu. Başka bir şey oldu A'dan Z'ye."

Reklamlarda 30-40 saniyede bir hikayenin hızlıca aktarıldığını ve çocukların bunları izleyerek büyüdüğünü vurgulayan Makal, hız ve Amerikan filmlerinde görülen hareketin sinemadaki dili değiştirdiğini vurguladı.

"Melodramlarda bile artık dijitalin büyük faydası oluyor"

Makal, sinemada dijital dönemde yaşanan dil değişikliğine işaret ederek, "Çok da yararları oldu. İşleri çok kolaylaştırıyor. Mesela fantastik sinemaya çok katkısı oldu. Avatar diye bir filmi 30-40 yıl önce düşünemezdiniz. Zaten (James) Cameron da uzun süre düşündü. Fikir çok eskiydi. Ancak dijitalle yapabileceği çağ geldiğinde yaptı. Böyle birçok fantastik ve bilim kurgu filmi, klasik ve melodramlarda bile artık dijitalin çok büyük faydası oluyor." dedi.

Türkiye'deki bilim kurgu filmlerine de değinen tarihçi, "İlk Batman filmini de biz yapmışız. O zaman çizgi romanlar vardı, Zagor gibi. Bunları da biz yapmışız. Çok ilginç aslında. Ömer Lütfi Akad'ın 'Görünmeyen Adam' diye bir filmi var. Gerçekten, oradaki adam görünmüyor. Bir el her şeyi hallediyor, cinayetleri işliyor. Bu tür deneysel şeyler var. Ama bilim kurgu daha çok bilimin geliştiği ülkelerin, ABD gibi bilime yakın ve yatkın ülkelerin veya Avrupa'daki bazı ülkelerin sineması olarak düşünülüyor." değerlendirmesinde bulundu.

Oğuz Makal, farklı türlerde filmler yapılması gerektiğine dikkati çekerek, "Biz daha çok gerçekçilik temeline dayalı, insan, doğa ve toplum ilişkileri üzerinden bir şeyler söyleyen, söylemeye çalışan filmlerde gerçekten çok başarılıyız." diye konuştu.

Türk sinemasında 1990'lardan sonra çok şeyin değiştiğini söyleyen Makal, şunları kaydetti:

"Benim de içinde bulunduğum sinema okullarının sayısı çoğaldı. Oralardan çıkan pek çok yönetmen oldu. Mesela Ümit Ünal, Semih Kaplanoğlu benim öğrencilerimdi. Ömer Uğur, Yüksel Aksu. Bunlar bizim ilk dönemimizden öğrencilerimiz. Bir tarafta sinema eğitimi alan gençler sektöre girdi. Teknik gelişti. Özellikle Mimar Sinan Üniversitesinin sinema enstitüsünden çok iyi görüntü yönetmenleri çıktı. Onu unutmamak gerekiyor. Dijital bir evreye girildi. Dijital kameraların çıkması işleri çok kolaylaştırdı hem çekimde hem kurguda. Eskiden o kadar hantaldı ki."

Makal artık Yeşilçam sinemasının kalmadığını sözlerine ekleyerek şöyle devam etti:

"İnsana daha yakından bakan, aile sorunları, ailedeki yaşantı, psikolojik sorunlar, kadın erkek ilişkileri... Mesela 1990'lara doğru kadınları anlatan çok güzel filmler yapıldı. Gençlerin hikayelerini anlatan filmler yapılmaya başladı. Çok eski yıllarda göç üzerine birkaç film vardı. Onların sayısı çoğaldı. Bu tür sosyal değişiklikleri saptayan filmler başladı. Aileler sinema salonlarından çekildi. Onun birçok etkeni var. Onlara yönelik daha farklı filmler yapılması gerekti. Diğer taraftan dünyada da çok önemli değişiklikler oldu 1990'lı yıllarda. İran'da yeni İran sineması çıktı, 'Bunların hikayesi olmaz, hikayesi anlatılmaz.' denilen her şeyin hikayesi anlatılmaya başlandı. 'Arkadaşımın Evi Nerede?' adlı film, küçük bir çocuğun geçirdiği sıkıntıyı anlatıyor. 'Bu film olur mu?' diyorsun ama harika bir film oluyor. İran sineması minimalist. Her konuda insana ve insanın sorunlarına yaklaşan filmler yapmaya başladı. Tabii bundan büyük bir ses çıktı. Hatta İranlı kadın sinemacılar çıktı. Onlar da çok güzel filmler yaptı. İranlıların sorunlarına yönelik filmler yapıldı. Jafar Panahi'nin Çember filminde olduğu gibi. Güney Kore'de aynı şekilde filmler çıkmaya başladı. Birçok ülkede insana, topluma, çevreye, siyasete farklı bakan filmler çıktı."

Türkiye'de de 1990'lardan sonra başarılı genç kuşak sinemacılar çıktığını kaydeden Makal, "Sadece Nuri Bilge Ceylan değil. Bugün baktığınız zaman, isim vermeyeyim, gerçekten çok değerli, filmleri değişik festivallerde ödül alan, ilk filmlerini yapmasına karşın çok başarılı senaristler çıktı." ifadelerine yer verdi.

Makal, Türk sinemasındaki değişime ilişkin de, "Yeni bir Türk sinema dalgası var. Hani Fransız yeni dalgası nasıl olduysa. Bu birbirine de yansıyor, etki ediyor. Herkes ben de yaparım.' diyor. Bu çok güzel bir şey. Zaten akıllı telefonlar işleri de çok kolaylaştırdı. Onlarla bile artık film yapılıyor. Çok güzel ses alınabiliyor. Eskisi gibi değil. Büyük prodüksiyonlara gerek kalmıyor. Sinema hayatın içerisinde çok önemli, değiştirici bir rol oynuyor." diye konuştu.

Çağan Irmak imzalı "Babam ve Oğlum" filminin elde ettiği başarıya işaret eden tarihçi, "Eğer inandığınız şeyi, samimi, içten, yalansız bir şekilde aktarırsanız, kitle bunun farkına varıyor ve bundan çok büyük zevk alıyor. Sinemanın kitleyle buluşmasının belki en temel sebebi bu samimiyet ve içtenlik diye düşünüyorum." dedi.

Oğuz Makal, sinemanın artık 7. sanattan da öte olduğunun altını çizerek, "Zaten hayatımızın temel ögelerinden biri oldu. Benim asıl söylemek istediğim şu: Hepimiz filmler yapalım. Elimizdeki kameraları kullanarak, kendi hikayelerimizi, duygularımızı anlatmanın yollarını bulalım. Çok hikaye anlatmak, çok roman yazmak gibi. Bunların içinde bazıları tabii ki fark edilecektir. Hiç beklemediğimiz sonuçlar alacağımızı düşünüyorum." diyerek sözlerini tamamladı.


Muhabir: Hilal Uştuk

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gunestv.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
Malatya haberleri