CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin Program Çalıştayı'nın açılış konuşmasında, “Yatanımız yatacak, bedel ödeyenimiz bedel ödeyecek. Bu mücadele sırasında çok yorulacağız. Başımıza belki çok kötü şeyler gelecek. Ama hepimiz şunu biliyoruz ki şartlar 100 yıl öncesinden ağır değil. Boynunda idam fermanına rağmen kurtuluşu örgütlemiş, kuruluşu başarmış, bu ülkeye bu Cumhuriyeti kazandırmışların partisinde ne moral bozukluğu olur ne saldırılardan yılma olur ne bir adım geriye atma olur” dedi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin genel merkezinde CHP Program Çalıştayı'nın açılış konuşmasını yaptı. Özel’in konuşmasından öne çıkanlar şöyle:
“Bir yıldır yoğun olarak sürdürdüğümüz program çalışmaları Türkiye’yi gelecek on yıllara hazırlayacak şüphesiz. Atatürk devrimleri ve altı okumuz üzerine inşa edilmiş kapsamlı bir vizyon metnimizi yine bilimin ışığında hep birlikte tamamlayıp uygulayacağız. 4-9 Eylül tarihlerinde gerçekleştirdiğimiz İkinci Yüzyıl Değişim Kurultayımızdan bu yana katılımcı, kapsayıcı, dinamik bir süreçle parti programımızı güncelleme çalışmalarımızı yürüttük, yürüttünüz. Bir yıl boyunca bilim ve siyaseti örgütlerimiz ve uzmanları bir araya getiren, keyifli bir çalışma pratiğine sahip olduk. Bugünkü çalıştayımızda birçoğunuzun farklı vesilelerle kıymetli katkılar sunduğu bu çalışmayı son aşamasına getireceğiz. Akademisyenler, uzmanlar, bilim insanları, bürokratlar ve sivil toplum temsilcilerinden oluşan bu geniş kadro genel merkezimizin bir fikir fabrikasına dönüştürecek. Demokrasiden kalkınmaya, sosyal adaletten sanayi politikalarına, toplumsal cinsiyet eşitliğinden gençlik politikalarına, ekonomiden ticarete her başlıkta ülkemizin gelecek yıllarını şekillendirecek yaklaşımları ortaya çıkaracağız. En önemlisi de Türkiye’nin günümüzde çok ihtiyaç duyduğu; katılımcı, kapsayıcı, çoksesli, ortak akla dayalı yönetim ve siyaset anlayışımız, bugün çalıştayımızda çalışma yöntemimizi ortaya koyacak. Türkiye’yi nasıl yöneteceğimize karar verirken bu süreçte de Türkiye’yi vaad ettiğimiz şekilde yöneteceğiz. Yuvarlak masalarda birlikte üretecek, birlikte tartışacak, farklı alanlardaki deneyimlerden ve masaya gelmiş çalışmalardan son şekline giderken yine ortak akılla karar verme yöntemini tercih edeceğiz.
“Önümüzde bir hükümet programı var”
Bugün burada 600 kişi var, çok zengin geniş bir kadroyla buluştuk. Ancak imkanlar dahilinde katılımcı listemizi sınırlı tutmamız gerektiğini buradan ifade etmek isterim. Hem ben hem çok sayıda yöneticimiz bu süreçte görev almak isteyen, geçmişte alamamış ya da bugünden itibaren katkı sağlamak isteyen, belki bu salondan daha fazla katılımcının talebini almış durumdayız. Önümüzdeki süreçte Genel Sekreterliğimiz ve programın çalışmalarını yürüten ekibimiz, hiçbir katkıdan mahrum olmayacak şekilde o başvuruları da değerlendirecek. Çünkü daha önümüzde çok yol var. Bugün ve bu hafta parti programımız sizlerin emekleri, yarın gençlerin ortaya koyacakları katkılar ve sonraki iki günde de örgütümüzün yapacağı katkılarla son şeklini almaya başlayacak. Ama bu partimizin programı. Önümüzde bir hükümet programı ve Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisimizin ortaya koyacağı bir iktidar programı olacak. O programla ilgili Genel Sekreterimiz ki aynı zamanda Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisimizin İcra Kurulu üyelerinden birisi olarak bu salona davet edemediğimiz, bu binada 10 büyük salondaki kurulacak çok sayıda yuvarlak masaya oturtamadığımız ama burada olma iradesini bize iletmiş herkesin emeğinden, enerjisinden yararlanmaya, yapmak istediği katkıları bundan sonraki süreçlere dahil etmeye gayret gösterecekler. Bu konuda kapıların ardına kadar açık olduğunu ifade etmek istiyorum.
“En ağır yarayı bilimsel özgürlük, kurumsal özellikler ve üniversiteler aldı”
İktidarın 19 Mart darbesiyle başlattığı antidemokratik saldırılar sadece siyaset kurumunu ya da siyaset zeminini hedef almıyor şüphesiz. Bilimsel üretimin çok zorlu koşullarda yapıldığı bir dönemdeyiz. 19 Mart darbesiyle birlikte geleceğin iktidarına ve geleceğin cumhurbaşkanına yönelik bir sivil darbenin somutlandığını ifade ediyoruz. Ama bu anlayış ülkeyi yıllardır darbeci bir zihniyetle, daha doğrusu kendisinin imkan tanıdığı, devletin her yerine, en mahrem alanlarına yerleştirdiği, altına tank da uçak da ünvan da verdiği, YÖK’ü de teslim ettiği Emniyet Genel Müdürlüğü’nü de teslim ettiği ve daha sonra kendisine darbe girişiminde bulunan bir cemaatin hain bir darbe girişimini araçsallaştırarak ilan ettiği OHAL'den sonra; ülkeyi o günden bugüne, önce OHAL’de bir referandum yaparak, sonra bunu kalıcılaştıracak bir baskın seçim yaparak, hem de referandumdan sonraki hazırlık kanun maddelerini yapmayıp onları da aldığı yetki kanunuyla OHAL şartlarında, OHAL kararnameleriyle yaparak, daha sonra bu şartlarda seçim yaparak, sonra da bir buçuk aylığına ilan ettiği OHAL’i neredeyse üç yıl sonra kaldırırken OHAL’in yarattığı konforlu alanları kalıcılaştıran kanuni düzenlemeler yaparak bugünlere geldi. Tabii bu süreçte en ağır yarayı bilimsel özgürlük, kurumsal özellikler ve bu ikisinin de olmazsa olmaz buluştuğu yer üniversiteler aldı.
“Barış Akademisyenleri’nin yaşadıkları sorunlar hâlâ daha ortada”
Bilimsel üretim için ön koşul olan demokratik ortam ortadan kalktığı gibi, bugün yapılan araştırmalarda akademisyenlerin yüzde 45’i kendilerine otosansür uyguladıklarını ifade ediyorlar. Ve ayrıca bir bütün olarak ve büyük utanç olarak Barış Akademisyenleri’nin yaşadıkları sorunlar hâlâ ortada. Suçlamalardan beraat etmelerine rağmen akademisyenler mağdur edilmiş, görevlerine iade edilmemiş durumdalar. Bilim insanlarının özgürce araştırma yapamadığı, düşüncelerini ifade etmekten çekindiği bir ülkede, ne bilimsel ilerlemeden ne yenilikçilikten ne demokratik kültürün gelişmesinden söz etmek mümkün değil. Bilimin, yeniliklerin ve demokrasinin olmadığı yerden ne refahtan ne kalkınmadan ne zenginlikten söz etmek mümkün. Bizim kalkınma için yeniliklere, yenilikler için yeni teknolojilere ve süreçlere, yeni teknolojiler için araştırmayla geliştirilen bilime ihtiyacımız var. Bu da ancak akademisyenlerimizin özgür olduğu, liyakatin egemen olduğu, özerk üniversitelerin olduğu bir yükseköğretim sistemiyle mümkün olacak.
“Akademisyenlerin köleleştirilmiş olduğunun altını çizmek isterim”
Bugün çok sayıda bilim insanıyla birlikte olduğumuz bu noktada, akademinin sorunlarının yanında, akademisyenlerin ekonomik sorunlarının hem bilim yaparkenki ekonomik şartların kısıtlı olmasına hem kendilerinin yaşadığı ekonomik sorunlara değinmek gerekir. Burada sadece şunu söylemek gerekiyor: Pek çok karşılaştırma yapılıyor, ‘AK Parti geldiğinde’ diyerek yapıyoruz. Öğrenci bursu 1,5 çeyrek altın alıyordu, bugün yarım çeyrek altın bile alamıyor. Akademisyenlerin durumuna baktığımızda, profesörlere verilen maaş da AK Parti geldiği günkü kriterlerle maaş ödeniyor olsa bugün 490 bin lira maaş alması gereken akademisyene, 110 bin lira maaş ödüyorlar. Durum bu açıdan bu kadar vahim. Hem kendi kişisel hayatı açısından hem kendisini geliştirmesi, aldığı maaşla geçinmesi, geçim sıkıntısı çekmemesi, evladının durumunu düşünmemesi, istediği kitabı alabilmesi, istediği konsere gidebilmesi, yurt dışı seyahatler yapabilmesi açısından gerekli bu ekonomik özgürlüğü akademisyenlerin elinden alınmış, onların da köleleştirilmiş olduğunun altını çizmek isterim.
“Mücadele azmimizin ilk günkünden geride olmadığını hepinizin bilmesini isterim”
Tabloya bakıldığında durum kötü, durum karanlık. Hatta şöyle bir durum var: Geçen gün İstanbul İl Başkanlığına girerken durum artık iyice karikatürize oldu. Girdiğim binanın binası mahkemelik, elimizden almaya çalışıyorlar. Girdiğimiz binayı kimin yöneteceğine karar verilen iki yıl önceki İstanbul il kongresi mahkemelik. İstanbul İl Başkanımız verdiği demokratik mücadeleden dolayı 22 yıl hapisle yargılanıyor, mahkemelik. Bizim burada olduğu gibi, orada da bir parti kedimiz vardı. Adı Şanslı. Binaya girerken ‘Şanslı nerede dedim’ o da olmuş veterinerlik. Bu şartlar altında halen daha umudumuzun şu kadar gerilemediğini, direncimizin şu kadar azalmadığını ve mücadele azmimizin ilk günkünden geride olmadığını hepinizin bilmesini isterim.
“Suç ortaklığı bağıyla birbirine bağlı olanların, güle oynaya bir iktidar devir teslimi yapmayacakları belliydi”
Ne bekliyorduk ki? Tayyip Erdoğan beyaz zambaklar yaptırıp devir teslim için bizi mi bekleyecekti? Elbette böyle olacak. Bu kadar suça bulaşmış, bu kadar kirlenmiş, geçmişte bugün bizlere yapıştırmaya çalıştıkları, haksız şekilde yüzyılın yolsuzluğunu kendi kendilerine ortaya çıkarmışlar, bütün kanıtlar ortaya dökülmüş. Kanıtlar toplanırken ‘deliller usulüne uygun toplanmadı’ diye kovuşturmaya geçirmemiş. Ayakkabı kutularından, kasalardan balya balya paralar çıkmış. ‘Önce onlar koydu yatak odama bunları’ demişler, sonra faiziyle geri istemişler. Öyle bir sürecin içinden geçenleri, ‘Aramızda kardeşlik hukuku var’ diyenlerin birbirinin boğazını sıktığı, birbirine darbe yaptığı, birlikte kurulan partideki 33 kurucudan 31’inin partide olmadığı ve sadece ve sadece artık biat edenlerin, övenlerin, ‘Yok bunu da iyi yaptınız’ diyenlerin parti yönetiminde ve ülke yönetiminde olduğu, liyakatsiz sadece sadakate dayanan, birbirlerine sadakate dayanan, güçlü bağlarla birbirine bağlı olduğu… Çünkü en güçlü bağ suç ortaklığı bağıdır. Suç ortaklığı bağıyla birbirine bağlı olanların, varıp da normal yollardan güle oynaya bir iktidar devir teslimi yapmayacakları belliydi.
“Yatanımız yatacak, bedel ödeyenimiz bedel ödeyecek”
O yüzden yatanımız yatacak, bedel ödeyenimiz bedel ödeyecek. Bu mücadele sırasında çok yorulacağız. Başımıza belki çok kötü şeyler gelecek. Ama hepimiz şunu biliyoruz ki şartlar 100 yıl öncesinden ağır değil. Yani Akın Gürlek’in iftiralarıyla, yalancı tanıklarıyla, işbirlikçileriyle saldırıyorlar da Birinci Cumhurbaşkanı’nın boynuna idam fermanını asarak Samsun’a geçtiğini, Havza’ya gittiğini, Amasya’da genelge yayınladığını, Erzurum’da kongre yaptığını, Sivas‘ta kongre yaptığını, daha sonra gelip Ankara’da Meclis açtığını unutmamak lazım. Boynunda idam fermanına rağmen kurtuluşu örgütlemiş, kuruluşu başarmış, bu ülkeye bu Cumhuriyeti kazandırmışların partisinde ne moral bozukluğu olur ne saldırılardan yılma olur ne bir adım geriye atma olur.
“Bir santim eğilirsek biz, onlar bu millete diz çöktürecekler”
Ne bir adım geri atacağız ne bir kelime eksik söyleyeceğiz ne bir santim eğileceğiz. Çünkü biz biliyoruz ki eğer biz bir kelime eksik söylersek bu milleti susturacaklar. Bu milleti konuşmaya, yüksek sesle tartışmaya biz alıştırdık, biz başardık bunu. Eğer bir adım geriye atarsak bizi 100 yıl geriye götürecekler. Ve bir santim eğilirsek biz, onlar bu millete diz çöktürecekler. Bu millete diz çökmeyen bir millet olduğu için Cumhuriyet’i kazandırmış olan ve asla diz çökmemiş Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu partinin Genel Başkanı olarak hepinize emeğiniz, cesaretiniz, katkılarınız için ve geçmişte yazdığımız tarihi şimdi hep birlikte geleceğimizi yazmak üzere bize katıldığınız için şükranlarımı sunuyorum.”
(SON)