Ata’nın Hastalığı Neydi?

Gündem (Web Sitesi) - Web Sitesi | 04.07.2022 - 18:07, Güncelleme: 04.07.2022 - 18:07 4553+ kez okundu.
 

Ata’nın Hastalığı Neydi?

Malatya İnönü Üniversitesi Karaciğer Nakli Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Sezai Yılmaz, “Prof. Nihat Reşat Belger Atatürk’ü muayene ediyor. Muayene diyor ki Atatürk’ün karaciğeri 3 santim büyümüş ve çok sert. “Paşam sizin bu kaşıntılarınız, yorgunluğunuz, burun kanamanız başka bir şeyden değil yediğiniz, içtiğiniz, karaciğeriniz” diyor ve tanı ilk defa orada konuyor. Yani ben tarih olarak da size tam olarak bunu söylemek isterim 22 Ocak 1938’de Atatürk’ün hastalığının tanısı konuyor” dedi.

Halk Tv’de yayınlanan ‘Görkemli Hatıralar’ programına katılan Prof. Yılmaz, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hastalığına ilişkin tespit ve süreci anlattı. Yılmaz, 1985 yılında doktor olduğunu ve 37 yıldır hekimlik yaptığını kaydederek, “Hep kendimi tıp kitaplarına verdim sosyal kitap hemen hemen hiç okumadım yani sosyal konularla hiç alakalı değilimdir, çok az roman okumuşumdur. Fakat bir istisnası var; bu da Atatürk’ün hastalığı. Çünkü kendi konumu ilgilendiriyor. Hem sosyal hem benimle alakalı ve bunu bir şekilde iyi öğrenmek istedim. Gerçekten bu konuyla alakalı hemen hemen tüm kaynakları okudum diyebilirim. Tabii başta şunu söyleyeceğim; birkaç not aldım Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve kahramanı Atatürk’ün hastalık süreci doğal olarak hepimizde merak uyandıran konu. Bu merak ve ilgiye rağmen kaynaklara ve belgelere dayanarak Atatürk’ün hastalık ve ölüm sürecini aydınlatan çalışma son derece azdır. Bunu çok açık yüreklilikle söylüyorum; Atatürk aslında çok sağlıklı bir bireyde değil çocukluğunda, gençliğinde, savaş alanlarında her türlü zorluklarla savaşıyor. Çocukluğunda bile iki abisini bir kız kardeşini kaybediyor. Kız kardeşini veremden, iki abisi daha Atatürk doğmadan difteriden hayatını kaybediyor. Atatürk de difteriye yakalanıyor. Şans sağlam olan çocuklar o dönemi atlatıyor. Daha sonra Manastır Askeri İdadisinde sıtma hastalığı var daha sonra karaciğer. Ben asıl olarak bu karaciğere gelmek istiyorum. İşte göz rahatsızlığı, şarapnelin göğsüne gelmesi okuldan mezun olurken armağan edilen saate denk gelmesi… Aslında 1937 yılının yaz aylarında Prof. Nihat Reşat Belger Atatürk’ü muayene ediyor. Reşat Belger, “Atatürk’ün hastalığıyla karaciğer hastalığıyla ilgili en ufak bulgu yoktu o zaman” diyor. Yani Atatürk 1937’nin yaz aylarında bir problemi yok fakat 37’nin yaz aylarında sonlarına doğru 38’in başlarına doğru yorgunluk, burun kanamaları, kaşıntı, karınca hikâyesi” ifadelerini kullandı. “1937’nin artık sonbaharı Atatürk’ün hastalığına bağlı kaşınma şikâyetleri oluyor” diyen Yılmaz, şunları anlattı: “Atatürk bundan çok rahatsız oluyor. Bir sürü ilaç… O zaman Almanya’dan gelen cildiye profesörleri var, Yahudi olup Hitler zulmünden kaçan. Onlar muayene ediyor. Sonuçta bir doktor ortamında diyorlar ki, “Sayın paşam büyük ihtimale bu karıncalar sebebiyet verebilir bu kaşıntılara. Son zamanlarda Çin’den gelen karıncalar görüldü. Bunlar kırmızı renkli, et yiyen karıncalardır. Biz bir şekilde Çankaya Köşkünü ilaçlatalım.” Çankaya Köşkünü bir hafta kadar boşaltıyorlar o zaman genelkurmayın bu toksikoloji sorumlu kişisi geliyorlar bir hafta boyunca Çankaya Köşkünü ilaçlıyorlar. Ondan sonra havalandırıyorlar. Bir hafta sonra Atatürk oraya dönüyor ama hiçbir fayda yoktur. Sonradan diyorlar ki biraz dinlenmeniz lazım, Yalova Termal Kaplıcalara gideceksiniz. Yalova’ya gidiyor. Orada Prof. Nihat Reşat Belger orada bir kez daha muayene ediyor. Muayene diyor ki Atatürk’ün karaciğeri 3 santim büyümüş ve çok sert. “Paşam sizin bu kaşıntılarınız, yorgunluğunuz, burun kanamanız başka bir şeyden değil yediğiniz, içtiğiniz, karaciğeriniz” diyor ve tanı ilk defa orada konuyor. Yani ben tarih olarak da size tam olarak bunu söylemek isterim 22 Ocak 1938’de Atatürk’ün hastalığının tanısı konuyor. Hemen esas doktoru var Neşet Ömer İrdel. Prof. Dr. Neşet Ömer İrdel’i İstanbul’dan Yalova’ya çağırıyorlar. O da konsülde ediyor. Beraber iki profesör diyor ki “Evet Atatürk’ün hastalığı karaciğer sirozu. Çok ciddi anlamda dinlenmeniz lazım, çok iyi vücudunuzu korumanız lazım, vücuda zararlı olan her şeyden uzak durmanız lazım. Alkol tamamen yasak.” Ama Atatürk yerinde durmuyor çok çalışkan bir adam. Gidiyor hemen Bursa’dan Merinos fabrikasını açıyor. Sonra İstanbul’a geçiyor ve ağır bir zatürre geçiriyor. Sonra Ankara’da Balkan Antlaşması konseyi var. Oraya gitmesi gerekiyor. İsmet Paşayla atlıyorlar trene Ankara’ya gidiyorlar. Antlaşma imzalanıyor. Akşam bir ziyafet verilecek Atatürk maalesef o ziyafete akşam 8’de gideceği yerde saat 10’a kadar katılamıyor. Sebep durdurulamayan burun kanamaları. Sonuçta burun kanamaları durduruluyor. Saat 10 gibi ziyafete iştirak ediyor Atatürk. İşte orada Asım Arar diye hem verem savaş başkanlığı yapmış hem Sağlık Bakanlığı’nda müsteşarlık yapmış bir doktor beyin hatıralarında okudum. Atatürk’ü o an görür görmez dedim ki diyor, “Ya bunda bir problem var. Çok ciddi bir hastalık var.  Biz bir şekilde gözden kaçırıyoruz dolayısıyla bunu bir şekilde önlememiz lazım. Elden gidiyor adam. Sapsarı gözüküyor. Ama itiraf edeyim ki aslında 1 ay önce tanık olmuştu. Asım Arar hatıralarında yazıyor ama zaman zaman televizyonda çıkan bazı kişiler işte bu ki Asım Arar’ın sözlerine dayanarak işte “Atatürk ihmal edildi, işte Atatürk’e doktorlar zarar verdi” gibi bir sürü, çok gereksiz, anlamsız, hiçbir alt yapısı olmayan teorilerden ve düşüncelerden bahsediyorlar.” Prof. Dr. Sezai Yılmaz, “Günümüzde Atatürk size o haliyle gelseydi hani o karaciğerde sertleşme olmuş ya Sezai hocamın eline gelseydi büyük Atatürk çare olur muydu?” sorusuna, “Dün vizite yaparken genç bir çocuk sanıyorum ki Mersin’den gelen bir aile idi. Genç bir çocuk annesine karaciğer verdi. Annesi de çok sıkıntılı bir vaziyette idi. Bu çocuk dün bana vizite yaparken, “Hocam keşke 1938 yaşasaydın” dedi. Bu arkadaş böyle söyledi. Annesi de 60 yaşının üzerinde trans implant yaptık inanın 10 yaş gençleşti kadın. Belki o kadar iyileşti” cevabını verdi. Yılmaz, Ata’nın hastalığıyla ilgili şunları ifade etti: “Asım Arar gidip Şükrü Kaya’yı yakalıyor diyor ki “Durum böyle böyle.” Şükrü Kaya’da diyor ki “gel başvekile gidelim.” Celal Bayar’ın yanına gidiyorlar. Üçü de orada Çankaya Köşkünde. Anlatıyorlar ne yapalım diye. Celal Bayar’da “ne yapalım?” diyor. “Yurt dışından doktor getirelim. Tek çaremiz bu” diyorlar. Atatürk’e gidiyorlar. Atatürk diyor ki “Yurt dışından doktor getirmek doğru değil. Hatay meselesi var. Yurt dışında bunu çok olumsuz konuşurlar. Bir tıp kongremiz var. Orada bizim hekimlerimizden kurulu bir konsey beni muayene etsin gereken tedaviyi planlasınlar.” “Beni Türk hekimlerine emanet edin” sözü oradan çıkıyor. Daha sonradan Atatürk’ün hastalığı ilerliyor. Herkes yatak istirahati bilinen şeyleri öneriyorlar. Hatta yurt dışından ananas soyma makineleri geliyor, enginar özleri getiriliyor, golf çorapları getiriliyor ama tabii ki hastalık ilerliyor. Tabii o zamanların Fiessinger Türkiye’ye gelme tarihi 28 Mart 1938. Atatürk ile şöyle bir konuşması oluyor. “Sayın Atatürk karaciğer bir orduda levazım tedarik eden, bir kıtayı besleyen bir organdır” diyor. Atatürk buna şu şekilde cevap veriyor: “Bir orduda levazım teşkilatı bozulabilir. Lakin orduyu yine de beslemek mümkündür. Ama siz bunları geçin benim hastalığım ile ilgili bir şeyler söyleyin” diyor. Fiessinger tabii orada Şükrü Kaya’ya şunları söylüyor; “Atatürk’ü 7-8 yıl yaşatabiliriz. Tedbirlere çok sıkı uymak şartıyla 8 yıl yaşayabilir” diyor. 31 Mart’ta ayrılırken de gazetecilere “Bu kadar dinamizmin, bu kadar zekâ canlılığı bir arada toplanması çok enderdir. Zamanımızın birçok büyük adamlarıyla temas ettim fakat büyük şefiniz Atatürk bunların hiçbiri ile bir tutulamaz” açıklamasını yapıyor. Yani çok etkilenmiş bir şekilde ayrılıyor. Tabii sonra Savarona olayı var. Savarona yatına geçiyor. Daha sonra Savarona’dan Dolmabahçe’ye naklediliyor. Tabii o çok acılı bir olaydır. Sedyede götürülecek ve Atatürk şöyle diyor, “Çanakkale’de, Sakarya’da komutanlığını yaptığım askerin önünden beni nasıl sedyeyle götürürsünüz?” Bütün lambalar sönüyor, bütün askerler çekiliyor ondan sonra sedye sandalye oluşturuluyor. Kılıç Ali o zamanın başyaveri Dolmabahçe’ye naklediliyor. Ondan sonraki süreç daha hızlı gelişiyor. Daha sonra Viyana’dan Berlin’den iki doktor geliyor. Karnında bir su topluyor. Biz buna asit diyoruz. Sirozlu hastalarda çok olur. Onu boşaltmak için o yıllarda imkân yoktur. Yani o zamanlar da bu ilaçlar yok. Civalı diüretikler var. Onlar da çok zararlı tabii. Onları kullanıyorlar. Kullanılan bu diüretikler çok iyi yanıtlar veriyor ama ikinci diüretikler tedavisine cevap da alamıyor ve dolayısıyla fisenje son üçüncü olarak geliyor. O da tartışmalı ‘3 kere mi geldi 4 kere mi geldi’ diye. Ama son geldiğinde çok ümitsiz görüyor. 2. Geldiğinde de 7-8 yıllık ömrünü 2 yıla indiriyor. Son geldiğinde de Eylül ayında geldiğinde yani durumun çok ciddi olduğunu söylüyor. Tabii sizin soracağınız soru şu “Atatürk’ün hastalığının esas sebebi nedir?” Esas soru bu. Tabii ben çok objektif olmaya çalışacağım. Atatürk’ün alkol aldığı ortada. Ama Fiessinger şunu söylüyor; Geldiğinde ilk muayene ettiği zaman bunun hastalığı o zamanın diliyle ben tıbbi bir terimle “hanot gilbert sirozu” diyor. Bizim litarüterde primer dilier siroz bir hastalık. Yani vücudun kendi kendine aştığı savaş sonucu otoimmün dediğimiz bir hastalık grubundaki bir hastalık. Fakat Türk doktorlar, “maalesef Atatürk alkol aldığından dolayı” hep karaciğer bundan dolayı diye bağlıyorlar. Bugün ki verilere dayanarak ondan veya bundan demek çok zor. Fakat şu kadarını söyleyeyim “Muayenler esnasında o kadar çok çelişkili ibareler var ki Fiessenger 2. Gelişinde bundan bahsediyor. Şükrü Kaya diyor ki: “Sayın profesör alkolden mi oldu?” Fiessenger aynen şöyle diyor: “Benim bir sürü Fas ve Cezayirli hastam var. Bunların hiç biri ağzına hayatta ispirtolu içecek koymamıştır. Fakat bunlarda da aynı hastalık var ve alkolden kaynaklı olduğunu düşünmüyorum. Alkol Atatürk’ün hastalığına olumsuz yönde etki ettiği kesin ama sebep kesin o denemez.”  
Malatya İnönü Üniversitesi Karaciğer Nakli Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Sezai Yılmaz, “Prof. Nihat Reşat Belger Atatürk’ü muayene ediyor. Muayene diyor ki Atatürk’ün karaciğeri 3 santim büyümüş ve çok sert. “Paşam sizin bu kaşıntılarınız, yorgunluğunuz, burun kanamanız başka bir şeyden değil yediğiniz, içtiğiniz, karaciğeriniz” diyor ve tanı ilk defa orada konuyor. Yani ben tarih olarak da size tam olarak bunu söylemek isterim 22 Ocak 1938’de Atatürk’ün hastalığının tanısı konuyor” dedi.

Halk Tv’de yayınlanan ‘Görkemli Hatıralar’ programına katılan Prof. Yılmaz, Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hastalığına ilişkin tespit ve süreci anlattı.

Yılmaz, 1985 yılında doktor olduğunu ve 37 yıldır hekimlik yaptığını kaydederek, “Hep kendimi tıp kitaplarına verdim sosyal kitap hemen hemen hiç okumadım yani sosyal konularla hiç alakalı değilimdir, çok az roman okumuşumdur. Fakat bir istisnası var; bu da Atatürk’ün hastalığı. Çünkü kendi konumu ilgilendiriyor. Hem sosyal hem benimle alakalı ve bunu bir şekilde iyi öğrenmek istedim. Gerçekten bu konuyla alakalı hemen hemen tüm kaynakları okudum diyebilirim. Tabii başta şunu söyleyeceğim; birkaç not aldım Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve kahramanı Atatürk’ün hastalık süreci doğal olarak hepimizde merak uyandıran konu. Bu merak ve ilgiye rağmen kaynaklara ve belgelere dayanarak Atatürk’ün hastalık ve ölüm sürecini aydınlatan çalışma son derece azdır. Bunu çok açık yüreklilikle söylüyorum; Atatürk aslında çok sağlıklı bir bireyde değil çocukluğunda, gençliğinde, savaş alanlarında her türlü zorluklarla savaşıyor. Çocukluğunda bile iki abisini bir kız kardeşini kaybediyor. Kız kardeşini veremden, iki abisi daha Atatürk doğmadan difteriden hayatını kaybediyor. Atatürk de difteriye yakalanıyor. Şans sağlam olan çocuklar o dönemi atlatıyor. Daha sonra Manastır Askeri İdadisinde sıtma hastalığı var daha sonra karaciğer. Ben asıl olarak bu karaciğere gelmek istiyorum. İşte göz rahatsızlığı, şarapnelin göğsüne gelmesi okuldan mezun olurken armağan edilen saate denk gelmesi… Aslında 1937 yılının yaz aylarında Prof. Nihat Reşat Belger Atatürk’ü muayene ediyor. Reşat Belger, “Atatürk’ün hastalığıyla karaciğer hastalığıyla ilgili en ufak bulgu yoktu o zaman” diyor. Yani Atatürk 1937’nin yaz aylarında bir problemi yok fakat 37’nin yaz aylarında sonlarına doğru 38’in başlarına doğru yorgunluk, burun kanamaları, kaşıntı, karınca hikâyesi” ifadelerini kullandı.

“1937’nin artık sonbaharı Atatürk’ün hastalığına bağlı kaşınma şikâyetleri oluyor” diyen Yılmaz, şunları anlattı:

Atatürk bundan çok rahatsız oluyor. Bir sürü ilaç… O zaman Almanya’dan gelen cildiye profesörleri var, Yahudi olup Hitler zulmünden kaçan. Onlar muayene ediyor. Sonuçta bir doktor ortamında diyorlar ki, “Sayın paşam büyük ihtimale bu karıncalar sebebiyet verebilir bu kaşıntılara. Son zamanlarda Çin’den gelen karıncalar görüldü. Bunlar kırmızı renkli, et yiyen karıncalardır. Biz bir şekilde Çankaya Köşkünü ilaçlatalım.” Çankaya Köşkünü bir hafta kadar boşaltıyorlar o zaman genelkurmayın bu toksikoloji sorumlu kişisi geliyorlar bir hafta boyunca Çankaya Köşkünü ilaçlıyorlar. Ondan sonra havalandırıyorlar. Bir hafta sonra Atatürk oraya dönüyor ama hiçbir fayda yoktur. Sonradan diyorlar ki biraz dinlenmeniz lazım, Yalova Termal Kaplıcalara gideceksiniz. Yalova’ya gidiyor. Orada Prof. Nihat Reşat Belger orada bir kez daha muayene ediyor. Muayene diyor ki Atatürk’ün karaciğeri 3 santim büyümüş ve çok sert. “Paşam sizin bu kaşıntılarınız, yorgunluğunuz, burun kanamanız başka bir şeyden değil yediğiniz, içtiğiniz, karaciğeriniz” diyor ve tanı ilk defa orada konuyor. Yani ben tarih olarak da size tam olarak bunu söylemek isterim 22 Ocak 1938’de Atatürk’ün hastalığının tanısı konuyor. Hemen esas doktoru var Neşet Ömer İrdel. Prof. Dr. Neşet Ömer İrdel’i İstanbul’dan Yalova’ya çağırıyorlar. O da konsülde ediyor. Beraber iki profesör diyor ki “Evet Atatürk’ün hastalığı karaciğer sirozu. Çok ciddi anlamda dinlenmeniz lazım, çok iyi vücudunuzu korumanız lazım, vücuda zararlı olan her şeyden uzak durmanız lazım. Alkol tamamen yasak.” Ama Atatürk yerinde durmuyor çok çalışkan bir adam. Gidiyor hemen Bursa’dan Merinos fabrikasını açıyor. Sonra İstanbul’a geçiyor ve ağır bir zatürre geçiriyor. Sonra Ankara’da Balkan Antlaşması konseyi var. Oraya gitmesi gerekiyor. İsmet Paşayla atlıyorlar trene Ankara’ya gidiyorlar. Antlaşma imzalanıyor. Akşam bir ziyafet verilecek Atatürk maalesef o ziyafete akşam 8’de gideceği yerde saat 10’a kadar katılamıyor. Sebep durdurulamayan burun kanamaları. Sonuçta burun kanamaları durduruluyor. Saat 10 gibi ziyafete iştirak ediyor Atatürk. İşte orada Asım Arar diye hem verem savaş başkanlığı yapmış hem Sağlık Bakanlığı’nda müsteşarlık yapmış bir doktor beyin hatıralarında okudum. Atatürk’ü o an görür görmez dedim ki diyor, “Ya bunda bir problem var. Çok ciddi bir hastalık var.  Biz bir şekilde gözden kaçırıyoruz dolayısıyla bunu bir şekilde önlememiz lazım. Elden gidiyor adam. Sapsarı gözüküyor. Ama itiraf edeyim ki aslında 1 ay önce tanık olmuştu. Asım Arar hatıralarında yazıyor ama zaman zaman televizyonda çıkan bazı kişiler işte bu ki Asım Arar’ın sözlerine dayanarak işte “ Atatürk ihmal edildi, işte Atatürk’e doktorlar zarar verdi” gibi bir sürü, çok gereksiz, anlamsız, hiçbir alt yapısı olmayan teorilerden ve düşüncelerden bahsediyorlar.”

Prof. Dr. Sezai Yılmaz, “Günümüzde Atatürk size o haliyle gelseydi hani o karaciğerde sertleşme olmuş ya Sezai hocamın eline gelseydi büyük Atatürk çare olur muydu?” sorusuna, “Dün vizite yaparken genç bir çocuk sanıyorum ki Mersin’den gelen bir aile idi. Genç bir çocuk annesine karaciğer verdi. Annesi de çok sıkıntılı bir vaziyette idi. Bu çocuk dün bana vizite yaparken, “Hocam keşke 1938 yaşasaydın” dedi. Bu arkadaş böyle söyledi. Annesi de 60 yaşının üzerinde trans implant yaptık inanın 10 yaş gençleşti kadın. Belki o kadar iyileşti” cevabını verdi.

Yılmaz, Ata’nın hastalığıyla ilgili şunları ifade etti:

“Asım Arar gidip Şükrü Kaya’yı yakalıyor diyor ki “Durum böyle böyle.” Şükrü Kaya’da diyor ki “gel başvekile gidelim.” Celal Bayar’ın yanına gidiyorlar. Üçü de orada Çankaya Köşkünde. Anlatıyorlar ne yapalım diye. Celal Bayar’da “ne yapalım?” diyor. “Yurt dışından doktor getirelim. Tek çaremiz bu” diyorlar. Atatürk’e gidiyorlar. Atatürk diyor ki “Yurt dışından doktor getirmek doğru değil. Hatay meselesi var. Yurt dışında bunu çok olumsuz konuşurlar. Bir tıp kongremiz var. Orada bizim hekimlerimizden kurulu bir konsey beni muayene etsin gereken tedaviyi planlasınlar.” “Beni Türk hekimlerine emanet edin” sözü oradan çıkıyor. Daha sonradan Atatürk’ün hastalığı ilerliyor. Herkes yatak istirahati bilinen şeyleri öneriyorlar. Hatta yurt dışından ananas soyma makineleri geliyor, enginar özleri getiriliyor, golf çorapları getiriliyor ama tabii ki hastalık ilerliyor. Tabii o zamanların Fiessinger Türkiye’ye gelme tarihi 28 Mart 1938. Atatürk ile şöyle bir konuşması oluyor. “Sayın Atatürk karaciğer bir orduda levazım tedarik eden, bir kıtayı besleyen bir organdır” diyor. Atatürk buna şu şekilde cevap veriyor: “Bir orduda levazım teşkilatı bozulabilir. Lakin orduyu yine de beslemek mümkündür. Ama siz bunları geçin benim hastalığım ile ilgili bir şeyler söyleyin” diyor. Fiessinger tabii orada Şükrü Kaya’ya şunları söylüyor; “Atatürk’ü 7-8 yıl yaşatabiliriz. Tedbirlere çok sıkı uymak şartıyla 8 yıl yaşayabilir” diyor. 31 Mart’ta ayrılırken de gazetecilere “Bu kadar dinamizmin, bu kadar zekâ canlılığı bir arada toplanması çok enderdir. Zamanımızın birçok büyük adamlarıyla temas ettim fakat büyük şefiniz Atatürk bunların hiçbiri ile bir tutulamaz” açıklamasını yapıyor. Yani çok etkilenmiş bir şekilde ayrılıyor. Tabii sonra Savarona olayı var. Savarona yatına geçiyor. Daha sonra Savarona’dan Dolmabahçe’ye naklediliyor. Tabii o çok acılı bir olaydır. Sedyede götürülecek ve Atatürk şöyle diyor, “Çanakkale’de, Sakarya’da komutanlığını yaptığım askerin önünden beni nasıl sedyeyle götürürsünüz?” Bütün lambalar sönüyor, bütün askerler çekiliyor ondan sonra sedye sandalye oluşturuluyor. Kılıç Ali o zamanın başyaveri Dolmabahçe’ye naklediliyor. Ondan sonraki süreç daha hızlı gelişiyor. Daha sonra Viyana’dan Berlin’den iki doktor geliyor. Karnında bir su topluyor. Biz buna asit diyoruz. Sirozlu hastalarda çok olur. Onu boşaltmak için o yıllarda imkân yoktur. Yani o zamanlar da bu ilaçlar yok. Civalı diüretikler var. Onlar da çok zararlı tabii. Onları kullanıyorlar. Kullanılan bu diüretikler çok iyi yanıtlar veriyor ama ikinci diüretikler tedavisine cevap da alamıyor ve dolayısıyla fisenje son üçüncü olarak geliyor. O da tartışmalı ‘3 kere mi geldi 4 kere mi geldi’ diye. Ama son geldiğinde çok ümitsiz görüyor. 2. Geldiğinde de 7-8 yıllık ömrünü 2 yıla indiriyor. Son geldiğinde de Eylül ayında geldiğinde yani durumun çok ciddi olduğunu söylüyor. Tabii sizin soracağınız soru şu “Atatürk’ün hastalığının esas sebebi nedir?” Esas soru bu. Tabii ben çok objektif olmaya çalışacağım. Atatürk’ün alkol aldığı ortada. Ama Fiessinger şunu söylüyor; Geldiğinde ilk muayene ettiği zaman bunun hastalığı o zamanın diliyle ben tıbbi bir terimle “hanot gilbert sirozu” diyor. Bizim litarüterde primer dilier siroz bir hastalık. Yani vücudun kendi kendine aştığı savaş sonucu otoimmün dediğimiz bir hastalık grubundaki bir hastalık. Fakat Türk doktorlar, “maalesef Atatürk alkol aldığından dolayı” hep karaciğer bundan dolayı diye bağlıyorlar. Bugün ki verilere dayanarak ondan veya bundan demek çok zor. Fakat şu kadarını söyleyeyim “Muayenler esnasında o kadar çok çelişkili ibareler var ki Fiessenger 2. Gelişinde bundan bahsediyor. Şükrü Kaya diyor ki: “Sayın profesör alkolden mi oldu?” Fiessenger aynen şöyle diyor: “Benim bir sürü Fas ve Cezayirli hastam var. Bunların hiç biri ağzına hayatta ispirtolu içecek koymamıştır. Fakat bunlarda da aynı hastalık var ve alkolden kaynaklı olduğunu düşünmüyorum. Alkol Atatürk’ün hastalığına olumsuz yönde etki ettiği kesin ama sebep kesin o denemez.”

 

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve gunestv.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.
Malatya haberleri