Yaşadığımız coğrafyamızın problemleriyle cebelleşirken, zaman zaman hatırlamamız gereken bir soru olmalıdır. Başarılarımız, sahip olduklarımız ya da bildiklerimiz bizi gerçekten “büyük” mü yapar? Yoksa gerçek büyüklük, bunlara rağmen “küçük” kalabilmeyi başarmakta mı gizlidir?
Günümüz dünyasının sorunlarıyla mücadele ederken, alçak gönüllülük, çoğu zaman yanlış anlaşılan bir erdemdir. Kimileri için boyun eğmek, geri planda kalmak, hakkını savunamamak gibi algılanmaktadır. Halbuki alçak gönüllü olmak, ne olduğunun farkında olarak gösterişten, kibirden uzak durmak; insan olmanın asıl erdemini bilmektir. Kendi ışığını başkalarının gözünü kamaştırmadan yakmak gibidir. Kendi yukselirken başkalarının küçültülmemesidir.
Yaşadığımız dünyada öne çıkmak, kendini göstermek, parlamak sanki bir zorunlulukmuş gibi sunulmaktadır. Sosyal medyanın gösterişli vitrinlerinde herkes en güzel yanını, en başarılı anını, en kusursuz halini sergilemektedir. Bu hengâmede mütevazı olmak, abartıya kapılmadan sade kalmak aslında bir tür direniştir. Bizi insan yapan hatalarımızı, eksiklerimizi saklamadan, başkalarını küçümsemeden yaşayabilmektir.
Çağdaş ve alçak gönüllü insanlar bilir ki başarı paylaşınca büyür, bilgi paylaşıldıkça çoğalır, iyilik saklandıkça çoğalır, köklenir. Büyüklenmekse içi boş bir balon gibidir. Sert bir dokunuşunda fısıldayarak söner. İnsan bir gün makamını, servetini, şanını, şöhretini yitirebilir. Ama bir ömür boyu taşıyabileceği en değerli yük, nezaket ve alçak gönüllülüktür.
Belki de hepimiz bu telaşlı hayatta arada bir durup, yükseklerden bakmayı bırakıp eşitçe, insanı değerler içerisinde bakmayı hatırlamalıyız. Çünkü bilinmeli ve akıldan çıkarılmamalıdır ki insanoğlu toprakta eşitlenmektedir. Bâki olan adamlıktır, gönüllerde olmaktır,"iyi" olmaktır. Bu yüzden asıl mesele ne kadar yükselebildiğimiz değil, yükselirken ne kadar (alçaklıklardan uzak) alçalabildiğimizdir.
Saygılarımla...